29 Mart 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / Gerçek Mü'minler ve Görevleri
Gerçek Mü'minler ve Görevleri

Gerçek Mü'minler ve Görevleri MUHAMMED İSLAMOĞLU

"Mü'minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler."1

"Mü'min olanlar ancak o kimselerdir ki, onlar Allah'a ve Rasulü’ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar sadık olanların tâ kendileridir."2

Kendisinden başka kanun koyucu hak ilâh olmayan ve hükmünde galib Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, iman eden muvahhid müslüman kullarının olmazsa olmaz özelliklerini böyle beyân buyurur!..

Onlar, katıksız iman ettikleri Rableri ve İlâhları Allah anıldığı vakit kâmil imanın tamamen sarıp sarmaladığı ve içini doldurduğu yürekleri Allah korkusundan dolayı ürperir... Hiç unutmadıkları yegâne İlâhları Allah'ı anarak, imanlarını tazelemekte ve taptaze tutmaktadırlar...

Abdullah b. Amr (r.a.) rivayet etti.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz iman, sizden herhangi birinizin içinde eski elbisesinin yıprandığı gibi yıpranır. Bu sebeple Allah'tan, kalplerinizde imanı yenilemesini dileyiniz."3

Muvahhid mü'minler, kalplerini ihatâ eden katıksız imanı, her ânlarında taze ve canlı tutmalıdırlar... Bundan dolayı idrak ederek ve şuurlu bir şekilde amel olarak gereğini hakkıyla yerine getirmek şartıyla çokça "La ilâhe illallah" demelidirler...4

İmam Hafız İbn Kesîr (rh.a.), "Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm" adlı meşhur eserinde şunları beyân eder:

"Ali b. Ebî Talha, İbn Abbas (r.anhuma)'dan: 'Mü'minler, ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen...' buyruğu hakkında şöyle rivayet etmiştir:

Münafıklar, Allah'ın farzlarını yerine getirirlerken kalplerine hiçbir şey girmez. Allah'ın ayetlerinden hiçbirine inanmazlar. Allah'a tevekkül etmez, insanların gözlerinden uzak olduklarında namaz kılmaz, mallarının zekatlarını vermezler. İşte Allah, onların mü'min olmadıklarını bildirdi, sonra mü'minlerin niteliklerini anlatarak şöyle buyurdu:

'Mü'minler, ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen', o yüzden farzlarını edâ eden, 'kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanlarını' inançlarını 'arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen', başka hiç kimseden umut beklemeyen 'kimselerdir.'

Mücahid der ki: “'Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen' yani, kalbleri ürperen ve korkan.”

Süddî ve birçok kişi de böyle demiştir.

- Bu, gerçek mü'minin sıfatıdır. Allah, anıldığında kalbi titrer, yani O'ndan korkar. O yüzden de emirlerini yerine getiren ve yasaklarını terk eden kimsedir.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurur: "Ve (onlar,) çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlama isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar, yaptıkları (kötü şeylerde) bile ısrar etmeyenlerdir."5

Yine: "Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi, hevâ (istek ve tutkular)dan sakındırırsa,

Artık şüphesiz cennet (onun için) bir barınma yeridir."6

Bu yüzden Süfyân-ı Sevrî şöyle der:

- Süddî'yi: Mü'minler, ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titrer........... kimselerdir." buyruğu hakkında şöyle derken işittim: Bu, öyle bir kimsedir ki, zulmetmek istediğinde yani, bir günah işlemeye niyetlendiğinde ona, 'Allah'tan kork' denildiğinde kalbi titrer.

Yine Süfyân-ı Sevrî, Abdullah b. Osman b. Huseym'den, Şehr b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Ümmü Derdâ (r.anha), 'Mü'minler, ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titrer........... kimselerdir." buyruğu hakkında: “Kalpteki korku hâli kuru hurma dalının yanması gibidir. Sen, onun ürperişini hissetmez misin?” dedi.

- “Evet”, diye cevap verdim.

Bana: “Kendinde bunu hissettiğinde, o ânda Allah'a duâ et. Çünkü duâ, onu giderir, dedi."7

Âlemlerin Rabbi, Meliki ve İlâhı Allah Teâlâ anıldığı vakit, katıksız iman eden muvahhid mü'min şahsiyetlerin imanları artar, kuvvetleşir ve kemâlât derecede olgunlaşır... Allah azze ve celle'yi ananı, yani O'nu zikredeni Allah da anmaktadır...

"Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım"8 diye buyuran Allah Teâlâ'nın bu buyruğunu açıklayan Abdullah b. Abbas (r.anhuma) şöyle der: “(Allah şöyle demekte:) Bana itaat ederek Beni anın, Ben de mağfiret ederek sizi anayım.”

Said b. Cubeyr (rh.a.) ise şöyle der: “Siz bolluk ve nimet içerisinde olduğunuzda Beni hatırlayın, Ben de darlık ve sıkıntı içerisinde olduğunuzda sizi hatırlayayım, anlamındadır.”

"Eğer (Yunus, Allah'ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,

Onun (balığın) karnında (insanların) dirilip kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı."9 ayeti, bunun açıklamasıdır.10

Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Yüce Allah şöyle buyurur:

- Ben, kulumun Beni zannı yanındayım. (İradem kulumun Beni anlayışına göre ilgilenir.) Kulum, Beni andığı zaman, Ben muhakkak onunla beraber bulunurum.

O, Beni gönlünde gizlice zikrederse, Ben de onu bu suretle nefsimde (zatımda) zikrederim. Eğer o, Beni bir cemaat içinde zikrederse, Ben de onu bu cemaat fertlerinden daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım.

Kulum Bana, bir karış yaklaşırsa, Ben de ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana, bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O, Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak gelirim."11

Allah Teâlâ, anıldığında, yani zikredildiğinde ürperen kalp sahibi muvahhid mü'min şahsiyet, katıksız, yani şirksiz ve küfürsüz iman etmiş, imanın gereği olan salih ameli, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti'ni esas kabul ederek işlemiş kişidir... Allah'ı Rab, İslâm'ı din ve Rasulullah'ı önder olarak kabul edip razı olmuş birisidir...

Muvahhid mü'minlere, Allah'ın ahkâm ve hikmet dolu ayetleri okunduğu zaman, gereğini yapma konusunda harekete geçer, imanlarının göstergesi olan salih amelleri yerli yerince gerçekleştirir... Allah'tan korkar, emirleri yapmaya büyük bir şevk ile koşarken, haram kılınanlardan alabildiğince kaçınırlar... Bu hayırlı hâlleri, onların takvalarının ve imanlarının kuvvetli oluşunun göstergesidir...

İbn Sabit (rh.a.) anlatıyor:

Abdullah b. Revâha, arkadaşlarından birinin elini tutar ve: “Haydi gelin de biraz iman edelim!

Haydi gelin de yüce Allah'ı zikredip imanlarımızı arttıralım! Gelin, O'nu itaatle zikredelim, belki O da bizi mağfiretle zikreder! derdi.12

Rabbimiz Allah, muvahhid mü'min kullarının yalnızca Allah'a tevekkül ettiklerini, yani O'na dayanıp güvendiklerini, yalnızca O'na ibadet ettiklerini, ibadetlerinde asla şirk koşmadıklarını ve yalnızca O'ndan dilediklerini beyânla şöyle buyurur: 

"Mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler."13

"Kim Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter."14

Allah'a ve Rasulü’ne iman edip itaat eden mü'min müslümanlar, mallarını ve canlarını yegâne Rableri Allah'a, cennet karşılığında sattıkları için15, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda çalışır, Allah'ın rızasını kazanmaya gayret ederler... Gerçek mü'minler ve gerçekten sadık olanlar oldukları için böyle inanır ve böyle hareket ederler...

"Onlar, kendilerine insanlar: 'Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun' dedikleri hâlde imanları artanlar ve: 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' diyenlerdir."16

"Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler."17

Gayba iman eden muvahhid mü'minler böyle davranırlar... Mü'min ve Müslüman olmanın, kalben tasdik ve dille ikrar edilen şirksiz ve küfürsüz imanın, aynı zamanda İslâm'ın en büyük belirtisi, âdâbına riâyet edilerek günde beş vakit namazı dosdoğru kılmaktır... Gereği gibi kılınan namaz, bir kuldan istenen ibadetin her şeyini kuşatır... Hakkıyla edâ edilen namaz, Allah'ı anmak18, yalnız O'na kulluk yaptığının ve yalnızca O'ndan yardım dilediğinin19 ifadesidir... Namaz, katıksız iman ehli kulların yapmaları gerekli olan bütün bedenî ibadetlerin sembolüdur... İnfâk ise, malî ibadetlerin bütününü temsil eder... Gereği gibi kılınan namaz ve infâk, can ve mal ile yapılacak bütün ibadetleri içerdiği gibi, bunu gerçekleştiren mü'min müslüman kullar, kendilerinden beklenen kulluk vazifesini yapmıştır... Bedenî ve malî diğer ibadetler, namaz ve infâk ile beraber gündeme gelir, şartlarına uygun şekilde yerine getirilir...

"İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır."20

Bu ayet-i kerime için şu açıklamalar yapılmıştır:

İbn Abbas (r.anhuma): “Onlar, samimî olan mü'minlerdir”, demiştir.

Katâde (rh.a.) şöyle demiş: “Onlar, gerçek imanı hakketmiş ve Allah da böylesi bir imanı onlara vermiştir.” 

Amr b. Murra (rh.a.): “Hepsi mü'min olsa da yüce Allah bazılarını bazılarından üstün kılmıştır”, der.

Said b. Cübeyr (rh.a.) şöyle söyler: “Derecelerden kasıt, fazilet ve rahmettir.”

Mücahid (rh.a.): “Derecelerden kasıd, dünyada iken yaptıkları değerli amellerdir”, demiştir.

İbn Zeyd (rh.a.) şöyle demiş: “Günahlardan uzak durmaya karşılık bağışlanma, salih amellere karşılık da bol bol rızık vardır.”

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî (r.a.) şöyle der: “Yüce Allah'ın: "Tükenmez/ üstün bir rızık vardır." buyruğunu işitirsen bil ki, rıza cennettir.21

Rableri Allah katında kendileri için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık var olduğu beyân edilen gerçek mü'minler, kendisinden başka kanun koyucu hak ilâh olmadığına katıksız iman ettikleri Âlemlerin Rabbi Allah'tan başka, kâfir ve müşrik insanların türettiği bütün yalancı ve sahte ilâhları reddetmiş, tağutî düzenleri bütün kurum ve kuruluşlarıyla birlikte asla kabul etmeyip reddiyelerini dile getirerek ilân etmişlerdir...

Zubeyd (rh.a.) bildiriyor:

Rasulullah (s.a.s.): "Ya Hâris b. Mâlik, nasıl sabahladın?" diye sordu.

Hâris b. Mâlik: “Hakikî bir mü'min olarak sabahladım”, dedi.

Rasulullah (s.a.s.): "Her sözün bir hakikati vardır. Senin bu imanının hakikati nedir?" diye sordu.

Hâris b. Mâlik şöyle cevaplandırdı:

-Ya Rasulallah, nefsimi dünya nimetlerinden uzak tutarak sabahladım. Geceleri uykusuz kalıp gündüzleri susuz durdum. Sanki hesap için hükmünü koyan Rabbimin Arşı'na bakıyor gibiyim. Karşılıklı ziyaretleşen cennet ahâlisini görüyor gibiyim. Feryâd edip ağlaşan cehennem ahâlisini görür gibiyim.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), O'na: "İşte, kalbini imanın aydınlattığı bir kul! Zira bildin ve öyle kal!" buyurdu.22

Kalbi, beyni ve ruhu katıksız iman tarafından nûrlanıp aydınlanan dolayısıyla bedeni, "Sünnet" üzere salih amellerde bulunan gerçek mü'min... Yegâne Rabbi Allah'ın kendisine lûtfettiği nimetler ile şükür makamında bulunup kulluğuna devam eden muttakî müslüman şahsiyet...

Âlemlerin Rabbi Allah seslenip buyurmakta: "Allah'a ve Rasulü’ne itaat edin ki, merhamet olunasınız.

Rabbinizden olan mağfiret ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın. O, muttakîler için hazırlanmıştır.

Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.

Ve çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir. Bir de onlar, yaptıkları (kötülüklerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.

İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) yapıp edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var)."23

Kıyamete kadar, hangi çağda ve hangi beldede yaşarlarsa yaşasınlar, Allah katındaki hak din İslâm'a katıksız iman edip emrolunduğu gibi dosdoğru davranan mü'min müslümanlar, Allah'a ve Rasulü’ne iman ettikleri gibi itaat etmek ile de emrolunmuşlardır... Rableri Allah'ın emrettiklerini, önderleri Rasulullah (s.a.s.)'i örnek edinerek yerine getirmeye gayret etmektedirler... İman konusunda Rasulullah (s.a.s.)'e tâbi oldukları gibi, amel konusunda da O'na tâbi olup itaat ederler... Bu tâbi olmak ve itaat etmek, bütün hayatı kuşatıcıdır... Yargıdan yönetime, eğitimden ekonomiye, aileden devlete, ordudan emniyete önderleri Rasulullah (s.a.s.)'e tâbi olup itaat eden muvahhid mü'minler, savaşta da, barışta da Rasulullah (s.a.s.)'den başka önder ve örnek kabul etmezler... Böyle katıksız bir iman ile itaat etmek, kendisinden başka kanun koyucu hak ilâh bulunmayan Allah Teâlâ'nın emridir!..

"Allah'a itaat edin ve Rasul'e de itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız, artık Rasulümüz üzerine düşen (yalnızca) apaçık bir tebliğ (gerçeği en yalın bir şekilde size iletme)dir."24 diye buyurur Rabbimiz Allah azze ve celle...

Dünya hayatında izzetli yaşamak ve âhirette ededî cennet ehli olmak, Allah'a ve Rasulü'ne iman ile itaat etmekle gerçekleşir... Allah'a ve Rasulü'ne katıksız iman edip, kusursuz itaat edenler, dünyada izzet sahibi ve âhirette cennet ehli olurlar... Bu hakikat, gerçek mü'minlere verilen İlâhî bir nimettir...

Yarattığı kullarına sonsuz merhametiyle merhamet eden Rabbimiz Allah, izzetli olmanın ve cennetlik olmaya hak kazananların tâbi olması gerekli olan şartı beyân buyurmuştur: "Allah'a ve Rasulü'ne iman etmek!"25 Öyle bir iman ki, kalpte sakin durmayan ve bütün bedene hâkim olup onu salih amellere yönelten bir iman!..

Böyle bir imanın sahipleri, başta şirk olmak üzere büyük günahlardan kaçınan26, yaratılış gayeleri olan yalnızca ve asla şirk koşmadan Allah'a ibadet edenlerdir...27 İşte bunlar, takva sahibi, yani muttakîlerdir... Kendileri Allah'tan razı olmuşlar ve Allah Teâlâ da onlardan razı olmuştur...28

"Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükâfatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedî olarak kalan ve bağırsaklarını parça parça koparan kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?"29

"İman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: 'Bu, daha önce de rızıklandığımızdır' derler. Bu, onlara (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, kendileri için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır."30

"Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infâkta bulunun. Kim nefsinin bencil tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır."31

Ve onlar, gerçek mü'minler olup izzet sahibi şahsiyetlerdir:

"İzzet, Allah'ın, O'nun Rasulü’nün ve mü'minlerindir."32

Bugün vatanları egemen zalim tağutî güçler tarafından işgal edilip, hayat nizâmı olan İslâm sosyal hayata egemenliği yasaklanmış, hüküm konusunda toplumdan dışlanmış ve mü'min müslümanlar esaret altına alınmıştır... İşgal edilen İslâm vatanı kırk küsür parçaya bölünmüş, aralarına sınırlar konulmuş, her parçasına bir tağutî ulus bağımlı devlet gündeme getirilmiş, yeraltı ve yerüstü servetleri sömürülmüştür...

Mü'min müslümanların yaşadıkları beldelerde İslâm'ın egemenliğine son veren ve Onun yerine şirk hükümlerini egemen yapan tuğyan ehli olan İslâm düşmanları, gerçek mü'minleri böyle zillet hayatına mahkum etmişlerdir... İşin en can yakıcı tarafı ise, Müslüman olduklarını beyân eden yüz milyonlarca insan, işgal kuvvetlerine, çeşitli bahane, yorum ve niyetlerle destek vermekte, onları ayakta tutmakta ve iktidarlarına yardımcı olup ömürlerini uzatmaktadırlar... Küfür ve şirk yasalarıyla yöneten egemen tağutlar, Müslüman olduklarını beyân eden bu kitleleri daha çok sömürmek için onları cahil bırakıyor, kendilerini aldatarak, onlardan görünenleri yetkili kılıyorlar... Yetkili kılınanlar, egemen tağutların hizmetinde onların yasalarıyla yönetirken, Müslüman olduklarını ilan eden kitlelere sevecen davranmakta, hoşlarına giden sözler söylemekte, maddî ve manevî sömürürken, bu ihaneti sezmesinler ve gaflet uykusundan uyanmasınlar diye birçok hileli tuzaklar kurmaktalar...

Başta, Davud (a.s.) ve İsa (a.s.)'ın diliyle lânetlenen İsrailoğullarının33, Filistin İslâm topraklarını işgal edip on binlerce Müslümanı katlederek şehid edip dünya mazlum haklarının başına belâ olan terörist İsrail devleti olmak üzere Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin devletleri, mustaz'af Müslüman kitleleri sömürmekte, yer yer ağır işkenceler altında baskılar uygulamakta ve korkunç katliâmlar gerçekleştirmektedirler...

Mazlum ve mustaz'af ümmetin gerçek mü'minlerden oluşan fertlerinin bir araya gelip beraberliği sağlamaları ve zalim egemen tağutların esaretinden kurtulmaları onlar için ânın vâcibidir... Birinci derecede bulundukları beldede bu vahdeti sağlayıp işgalcilere karşı mücadeleyi başlatmaları gerekir!.. Daha sonra beldeden beldeye bu faaliyetler yardımlaşarak gündeme gelmeli ve süreklilik kazanmalıdır... Tâ gerçek bir zafere kadar... Tâ aralarında düşmanların koyduğu sınırlar kalkana kadar...

Rabbimiz Allah Teâlâ, gerçek mü'min kullarının niteliklerini şöyle beyân buyurur: "Rablerine icâbet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk edenler,

Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır."34

Ümmet birliğini sağlamak için mutlaka her gerçek mü'min fert, bütün imkânlarını seferber edip çalışması gerekir... Allah'a ve Rasulü’ne iman edenler itaat edip hep beraber Allah'ın ipine sarılacak, dağılmayacak, ayrılmayacak, muttakîler olarak sadıklarla beraber olacaklar!.."35

"...Haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır." ayet-i kerimenin tefsirinde, Ebu Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cessas (rh.a.) "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı meşhur eserinde şunları kaydeder:

"Bu ayetin zâhiri, saldırıya uğramaları hâlinde mü'minlerin birbirleriyle yardımlaşmalarının çok faziletli bir davranış olduğuna delâlet etmektedir. Görüldüğü gibi bu ayette, mü'minlerin düşmanlara karşı yardımlaşmaları, yüce Allah'ın davetine icâbet etmek ve namaz kılmakla birlikte zikredilmiştir. Bu, İbrahim en-Nehâî'nin: 

'Ayette sözü edilen kimseler, fasıklar kendilerine karşı cüret etmesinler diye mü'minlerin kendilerini zelîl kılmalarından hoşlanmazlardı' şeklindeki yorumuyla da örtüşmektedir. Haddi aşarak mü'minlere saldıran ve saldırısını ısrarla sürdüren kimseye karşı mü'minlerin yardımlaşarak ondan öç almaları burada söz konusu edilmektedir. Amma saldırgan pişman olup saldırısına son verirse, onu affetmek daha faziletli bir davranış olur."36

Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî "Tefsirü'l-Münir" adlı eserinde şunları beyân eder:

"Zulme ve saldırıya maruz kaldıkları zaman, kendilerine zulmedenlere karşı elbirliği ile mücadele ederek karşılığını verirler. Çünkü zulme maruz kalınca karşılık vermek vâcib ve aynı zamanda faziletlidir. Zalime boyun eğip karşısında eğilmek, mü'minlerin şerefiyle bağdaşmaz. Çünkü acz ve zaaf göstermek, düşmanı daha başka düşmanlıklar yapmaya sevk eder. Mü'minler, izzet sahibi, asil kimselerdir. Haklarını, mukaddes değerlerini ve şereflerini korurlar. Âciz ve zelîl olamazlar. Bilakis kendilerine zulmedenlerden intikam alma kudretine sahibtirler. Bu kudrete kavuştukları zamanda affederler."37

"İnsanlar için çıkarılmış hayırlı ümmet"38 yüz yılı aşkın bir zamandır, İslâm düşmanlarının esaretinde ve saldırısındadır... Vasat ve şahid ümmetin içinde idrak sahibi şuurlu muvahhid mü'minlerin üzerine ânın vâcibidir ki, birlik ve beraberlik içinde olup düşmanlara karşı mücadele etsinler ve kurtuluşa ersinler!..

"Öğüt alıp düşünen bir topluluk için."39

  1. Enfal, 8/2.

  2. Hucurat, 49/15.

  3. Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale's-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.2013, c.1, sh.183, Hds.5.

Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, çev. Adem Yerinde, İst.2015, c.1, sh.131, Hds.158. Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'den.

  1. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.):

"İmanınızı yenileyin!" buyurdu.

Sahabe:

-Ya Rasulallah, imanımızı nasıl yenileyelim? diye sordu.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

"La ilâhe ilallah sözünü çokça söyleyiniz." buyurdu.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2014, c.10, sh.220, Hds.14279.

Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c.10, sh.144-145, Hds.7731.

Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu'l-Evliyâ ve Tabakâtu'l-Asfiyâ, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2015, c.9, sh.476, Hds.914/a.

  1. Âl-i İmrân, 3/135.

  2. Naziat, 79/40-41.

  3. İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. Dr. Savaş Kocabaş, İst.2011, c.4, sh.602.

  4. Bakara, 2/152.

  5. Saffat, 37/143-144.

  6. Ebu Muhammed Muhyissünne el-Huseyn b. Mes'ud b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğavî, Beğavî Tefsiri, çev. Nurgül Özdemir-Ayşegül Özdemir, İst.2018, c.1, sh.233.

  7. Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tevhid, B.15, Hds.34.

Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zikr, B.6, Hds.19-22.

İbn Huzeyme, Kitabu't-Tevhid, çev. Mustafa Özenli, İst.2019, sh.10-11, Hds.1-2.

  1. İbn Ebî Şeybe, Musannef, çev. Hasan Yıldız, İst.2012, c.12, sh.364, Hbr.31065.

  2. Âl-i İmrân, 3/160. Mâide, 5/11. Tevbe, 9/51. İbrahim, 14/11. Mücadele, 58/10.

  3. Talak, 65/3.

  4. Bkz. Tevbe, 9/111.

  5. Âl-i İmrân, 3/173.

  6. Enfal, 8/3.

  7. Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Gerçekten Ben, Ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur. Şu hâlde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl." Taha, 20/14.

  1. Yegâne İlâhımız Allah Teâlâ, namaz kılan ihlâslı kuluna namazda iken okuması için şu duâyı öğretti:

"Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.

Bizi doğru yola ilet.

Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil." Fatiha, 1/5-7.

  1. Enfal, 8/4.

  2. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensûr fi't-Tefsir bi'l-Me'sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst.2012, c.7, sh.35-37.

  3. İbn Ebî Şeybe, Musannef, c.12, sh.363, Hds.31064.

Abdurrezzâk es-San'ânî, Musannef, çev. Zekeriya Yıldız, vdğ.İst.2013, c.11, sh.168, Hds.20114.

Beyhakî, Şuabu'l-İman, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2015, c.10, sh.141-142, Hds.10107-10108.

Abdullah b. Mübarek, Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekâik, çev. Abdullah Samed Afaracı, İst.2015, sh.99, Hds.314.

Beyhakî, Kitabu'z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, İst.2000, sh.229, Hds.805.

Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, c.1, sh.148-149, Hds.189. Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'den. Hds.190. Bezzâr'dan.

İbn Hacer el-Askalânî, Sahâbe-i Kiram Ansiklopedisi- el-İsâbe, çev. Naim Erdoğan, İst.2009, c.1, sh.439.

  1. Âl-i İmrân, 3/132-136.

  2. Teğabün, 64/12.

  3. Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip yarışın ki (o cennet), genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Rasulü'ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fadlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah, büyük fadl sahibidir." Hadid, 57/21.

  1. Bkz. Şura, 42/37.

  2. Bkz. Zariyat, 51/56. Kehf, 18/110.

  3. Bkz. Beyyine, 98/8.

  4. Muhammed, 47/15.

  5. Bakara, 2/25.

  6. Teğabün, 64/16.

  7. Münafikun, 63/8.

  8. Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"İsrailoğullarından inkâr edenlere, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânet edilmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşma nedeniyledir." Mâide, 5/78.

  1. Şura, 42/38-39.

  2. Bkz. Âl-i İmrân, 3/103. Enfal, 8/46. Tevbe, 9/119.

  3. Ebu Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cessas, Ahkâmu'l-Kur'ân, çev. Mehmet Keskin, İst.2018, c.8, sh.291.

  4. Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, Tefsirü'l-Münir, çev. Hamdi Arslan, vdğ.İst.2003, c.13, sh.72.

  5. Âl-i İmrân, 3/110.

  6. En'âm, 6/126.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul