Tarih boyunca, zalimler ve mazlumlar arasında geçen mücadeleler, çoğu zaman büyük kıyımlarla, katliamlarla son bulmuştur. Bu durumu hala pek çok coğrafyada acı bir şekilde müşahade ediyoruz. Rabbimizin Kur’an’da anlattığı kıssalar da gerek Rasulullah (s.a.v)’in müşriklerle mücadelesinde Müslümanlara bir teselli ve rehber1, gerekse ondan sonra yaşayan bütün Müslümanlara birer model teşkil ediyorlar. Müslümanlar bütün zaman ve mekanlarda şahit oldukları olayları, zulümleri bu modellerle inşa ettikleri ibret şemaları ile okumalı ve anlamalılar. Bu yazıda da bunlardan biri olan “Ashab-ı Uhdud” kıssasını tefekkür etmeye çalışacağız.
LANETLİ ZALİMLER KİMLERDİR?
“Burçlarla dolu göğe andolsun, Va'dedilmiş güne (kıyamete) andolsun, Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü'minleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lanetlenmiştir.” (Buruc, 1-5)
Rabbimiz, gökcisimlerinin yörüngeleri olarak tefsir edebileceğimiz burçlara yemin ederek söze başlıyor. Bu ifadeyle sureye girişteki hikmetlerden biri, hassaten kendi kudretini, gücünün mutlaklığını ve sınırsızlığını hatırlatmaktır. Ardından vadedilmiş olan kıyamet gününe, yani bu “mutlak kudretle” gökteki burçların yıkılacağı güne yemin ediliyor.2 Bu yemin ile de, hesap esap günü ve mahşere atıfla, zamanın sonunda tecelli bulacak olan “mutlak adalet” akıllara getiriliyor. Bu lanetli zalimler için çok büyük bir tehdidin, çok korkutucu bir uyarının başlangıcıdır.
Kasem edilen üçüncü unsur, şahitlik eden ve şahitlik edilen ise, vadedilmiş günde yaşanacaklara ve bunlara şahit olanlara taalluk eder. 3 Bütün mevcudât, bugünde gerçekleşecek olan mutlak adalete ve hak yerini bulduğunda zalimlerin yaşayacağı dehşete şahitlik edecektir. Lanetli zalimlerin yaşadığı dehşet, mazlumların dünyada yaşadığı dehşete bir karşılık olarak, üstelik kat be kat şiddetli bir şekilde yaşanacaktır. Lanetli zalimler dünyada mazlumları nasıl acı çekerken seyretti ise, onlar da kıyamet gününde zalimleri seyredeceklerdir. 4
Mevzubahis “şâhid” ve “meşhud” ifadesi için tefsirlerde pek çok görüş zikredilmekle beraber, İmam Fahreddin er-Razî, bütün şahid olunan büyük günler için bu ifadenin anlaşılabileceğini söyleyerek ayete dair tezekkürümüze derinlik katıyor. 5 Bunun neticesinde şöyle söyleyebiliriz: Şahitlik edecek ve edilecek ne varsa, mutlak adaletin tecelli edeceği zamana işaret ve delalet eder.
Lanetli zalimlerin en çirkin ve azgın örneklerinden biri olan Ashab-ı Uhdud da bu sahnede çok önemli bir role sahiptir. Bu güruh ayette tasvir edilen büyük mezalimin, müminleri bir çukurda toplayıp onları diri diri yakarak ve çevresinde toplaşıp izleyerek yapılan bu büyük ve iğrenç katliamın baş aktörleridir.
LANETLİ ZALİMLER NEDEN ZULMEDER?
“O vakit, ateşin etrafında oturmuş, mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar mü'minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye layık Allah'a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah her şeye şahittir.” (Buruc, 6-9)
Mü’minleri ateş çukurlarına atıp, onların eziyet görerek ölmesini izleyen bu kafirlerin kimler olduğuyla alakalı farklı rivayetler var. Tarih sahnesinde bu denli ileri giden pek çok tevhid düşmanı psikopat güruh yaşamıştır ve Allah-u Teala’nın “va’idi” hepsi için geçerlidir. Bu ayetin işaret ettiği güruh için ise, genelde öne çıkan nakiller Zü Nüvas’ın başında olduğu ordunun Necranlı muvahhidlere yaptıklarını anlatan rivayetlerdir.
İbn İshak’ın aktardığına göre; Zü Nüvas adlı bir zalim komutan, Hz.İsa’nın dinine tabi olmuş Necranlı muvahhidlerin üzerine yürüdü ve onları, dinlerini bırakıp Yahudiliğe geçmeye zorladı. Dinlerinde sebat edenleri bir çukura atıp yakarak şehit etti. Öldürdüğü mümin sayısının yirmi bin olduğuna dair bilgiler de mevcuttur. 6 Bu büyük katliamın dehşeti ve orada canlarını feda eden müminlerin ibreti, bütün tarih ve coğrafyalardaki Müslümanların mücadelelerine ışık tutan, teselli ve teşvik içeren bir kıssa olarak Allah’ın kitabında yerini aldı.
Buruc suresi, Mekkî bir suredir ve Mekkeli müşriklerin Müslümanlara çok eziyet ettiği bir dönemde inmiştir. 7 Müslümanlar, bu surenin verdiği teselli vesilesiyle, yaşadıklarını doğru anlamlandırma imkanına sahip olmuşlardır. Müşriklerin, kafirlerin adeti insanlık tarihi boyunca aynıydı. Buna mukabil dirayetli müminlerin tavrı da hep benzer olmuştur ve nihayetinde felaha erenler onlar olmuştur/olacaktır.
Güncel bir mesele olarak Filistin’deki Müslümanlar da özellikle Gazze’de bir ateş çemberinin içindeler. Onları oraya hapseden lanetlenmiş zalimler, onlara ancak en şeytani yaratıkların reva göreceği bir zulmü reva görmekteler. İncelediğimiz kıssadaki mânâ, görüldüğü üzere sadece isim ve cisim değiştirerek tarih sahnesinde hep tezahür ediyor. Bu gerçeği, rabbimizin anlattığı her kıssa için müşahade ediyoruz. İbret almak, duygu ve düşünce coğrafyamızı bu hakikatlere göre imar etmek de bize düşüyor.
Peki bu zulmü niye yaşar muvahhidler?
Çünkü muvahhidler, göklerin ve yerin sahibinin Allah olduğunu bilirler ve bunu dile getirirler. Bu nezih itikada uygun yaşamak isterler. Bâtılın ve küfrün merkezde olduğu sistemin çarklarına sırf varlıklarıyla bile çomak sokmuş olurlar. Küçücük çocuklar bile olsa, bâtıl iktidarları için tehdit olarak gördüğünde, yaşların ve masumluklarına bakmadan öldürebilir o lanetli zalimler… Lakin göklerin ve yerin rabbine, burçların sahibi olan Allah’a olan iman, onun kudretinin bu dünyada veya ahirette adaleti tesis edeceğini bilir, itminan sahibi olur ve direnir.
LANETLİ ZALİMLERİN CEZASI
“Şüphesiz mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmeyenlere; cehennem azabı ve yangın azabı vardır. İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan, cennetler vardır. İşte bu büyük başarıdır. “ (Buruc, 10-11)
Kıssa ile alakalı nihai akıbeti hem Müslümanlara hem de müşriklere hatırlatan bu iki ayetle birlikte mesaj tamamlanıyor aslında. Hem günümüzde Müslümanları ateş çukurlarına hapsedenler, hem Mekke döneminde Müslümanlara eziyet eden müşrikler ve bütün gelmiş geçmiş lanetli zalimler için geçerli olacak o meş’um ceza, veciz bir dil ve ürkütücü bir nüans ile birlikte zikrediliyor8. Cehennem azabı dile getirildikten sonra, ek olarak “yangın” azabı diye eklenmiş olması, Ashab-ı Uhdud örneğinde olduğu gibi, yakarak eziyet eden bütün lanetli kafirlerin yaptıklarına mukabele ve nazire olarak ifade buyuruluyor Rabbimiz tarafından... Bu ekleme ile alakalı, ateş azabının ne kadar şiddetli ve devamlı olacağına dair bir tehdid ve te’kid olduğundan da bahsedilebilir. 9
Mü’minler ise, dünyada eziyet görmelerine karşılık, sabretmeleri neticesinde Allah’ın cennetinde sonsuza kadar misafir edilecekler. En büyük başarı, kendilerine güçlü ordularla saldıran, orantısız gücü çocukları ve kadınları öldürmek için kullanan korkak ve zavallı kafirlere karşı yapılmış bazı stratejik hamleler değildir aslında. Tabii ki, mü’minlerin zalimlerle olan savaşlarında, dünyadaki başarıları için muvaffakiyetler dilememiz bizim için bir dua görevidir. Fakat Rabbimiz bize ve bütün Müslümanlara en büyük başarının ne olduğunu beyan ederek, mücahidleri en güzel, en fasih, en beliğ bir uslub ile teskin, teselli ve teşvik ediyor.
YÜCE RABBİMİZİN RAHMETİ VE GADABI
“Şüphesiz, Rabbinin yakalaması çok çetindir. Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrarlar. O, çok bağışlayandır, çok sevendir. Arş'ın sahibidir, şanı yüce olandır. Dilediğini mutlaka yapandır.” (Buruc, 12-16)
Yeryüzünde mazlumlara işkence eden bir sürü zalim yaşadı, yaşıyor ve yaşayacak. Hepsi o mazlumları çok çetin şartlarda mücadele vermeye mahkûm etti. Lakin Allah, uhdud ashabı da dahil olmak üzere hepsini çok çetin bir şekilde yakalayacak. Nitekim gerek önceki ayetlerde gerekse bu ayetlerde Allah’ın kudretinin etkileyici bir icazla ifade edilmesi de bu meselenin anlaşılması içindir. İnce bir nüans olması bakımından, hem önceki ayetlerde “tevbe” etmek istisna edilmiştir hem de burada Allah’ın kullarını sevdiği zikredilmiştir. Bu ayrıntı özellikle bu ayetlerin muhatabı olan Mekkeli müşrikler için davetin devam ettiğini gösteren işaretlerdir. Tevbe edin, ateş ashabı değil cennet misafiri olun!
Son ifade, Allah’ın zatını tenzih etmek amacına matuf, Rabbimizi “dilediğini yapan” olarak tavsif ediyor. Allahu Teala’nın iradesinin ve hikmetinin mutlak olduğunu tam da bu aşamada söylenmiş olması çok önemli bir ayrıntı. Çünkü bütün bu sıkıntılar, dünyada mü’minlerin yaşadığı bu acılar, akıbetini ve hikmetini Allah’ın bildiği bir imtihanın aşamalarıdır. Bu ibareler için de kafirlere tehdid, mü’minlere teşvik olacak anlam katmanlarına sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz.
DEĞİŞMEYEN KİTAP, DEĞİŞMEYEN SÜNNETULLAH
“Orduların, Firavun ve Semûd'un haberi sana geldi mi? Hayır, inkâr edenler, hâlâ yalanlamaktadırlar. Oysa Allah, onları arkalarından kuşatmıştır. Hayır o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kur'an'dır. O korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır. “ (Buruc, 17-22)
Allahu Teala geçmiş ümmetlerin gelip geçmiş bu zalimlerini de hatırlatıyor. Hepsinin nihayetinin aynı olduğuna, dünyada ve ahirette aynı akıbeti paylaştıklarına şahit oluyoruz. Gerek cinlerden gerekse insanlardan olan kötü niyetlilerin Allah’ın kitabına, nüzul olmuş Kur’an’a dokunamadıklarını da okuyoruz. Çünkü O’nun kelamı “mahfuz” ve asla değişmez bir kelamdır. Allah’ın kelamı gibi, kelamın işaret ettiği bu sünnetullahın da değişmeyeceğini ayetlerin manasına dair derin bir “teemmül” ile anlayabiliyoruz.
Bu haberlerin ayrıca Rasulullah(s.a.v)’in nübüvvetinin isbatı olması bakımından, “delail” bahsinden bilgiler olduğunu da söylüyor müfessirler. Çünkü Rasulullah(s.a.v) bunları bir yerden okumadığı gibi kimseden de ders almamıştır.10 Geçmiş ümmetlerin bilgilerine sahip bir ehl-i kitap taifesi, Rasulullah(s.a.v)’in aktardığı bu kıssaları onun peygamberliğine bir delil olarak değerlendirebilirdi ve nitekim buna benzer durumlar “sîret” ve “delail” nakillerinde mevcuttur.
Firavun da çok güçlüydü, kimsenin kendisini yenemeyeceğini düşünüyordu. Semud kavmi çok güçlüydü, kadim zamanlardan asr-ı saadete kadar nice güçlü ordular kuruldu, onları zalimler yönetti. Fakat zalimleri arkalarından kuşatan, yakalaması çok çetin olan yüce Allah, hepsini yerle bir etti ve ahirette onlar için dünyadaki acıyla kıyas edilemeyecek şiddette bir azab hazırladı. Kitabında da bunları apaçık bir dil ile anlattı. Kur’an’ın nüzulünden sonra, artık lanetli zalim olmaya aday, bütün ordular, liderler, devletler ve milletler için yolun nereye gittiğini çok iyi biliyoruz.
HASIL-I KELAM
Bu kıssada, asıl dikkatimizi çekmesi gereken husus, ibretin merkezinde Ashab-ı Uhdud’un olmasıdır. Çünkü orada imanı için yanan muvahhidlerden biri olmak çok zordur. Kolay kolay öyle bir fedakârlık bilincine gelmek mümkün değildir. Kaldı ki kendimiz de dahil olmak üzere hiçbir Müslümanın bu denli zorlu bir imtihanla karşı karşıya gelmesini istemeyiz, gelmemesi için dua ederiz, buna yakın sıkıntıları yaşayan Müslümanlara da Allah’tan yardım dileriz.
Lakin Ashab-ı Uhdud olmak maalesef kolaydır. Bir avuç Müslüman bir ateş çukuruna hapsedilirken görmezden gelmek, onları seyretmek, kayıtsız kalmak, kalben bile olsa buğzedecek bir gündeme sahip olamamak, onların acısı üzerinden siyasi/iktisadi menfaat devşirmek kolaydır. Bize orada canlarını feda eden müminler değil sadece, onları oraya atan zalimler ve tağutlar, bu zalimlere ses çıkarmayan zavallılar da menfi bir şekilde örnek gösteriliyor. Onlardan olmamak için bir şeyler yapılması gerektiği hatırlatılıyor, hissettiriliyor ve öğütleniyor.
Biz Müslümanlar, Allahu Teala’nın öğrettiği kelimeler ve kavramlar ile teşekkül etmiş bir idrak çerçevesi ile varlığı, olayları, hayatı okuyacağız. Şimdi Gazze’de Müslümanlar bir yangın hapishanesinde onurlu bir mücadele veriyor. Bu mücadele devam ederken bizim ettiğimiz üç beş kelam, yazdığımız birkaç satır, elimizden gelen küçük yardımlar da olsa nerede durduğumuz, kalbimizin ve dilimizin neyi işaret ettiği, ahirette bize şahitlik edecektir. Zihnimizle aldığımız “usul” abdestinin neticesi olan “şuur”, söz ve amel olarak ete kemiğe bürünmelidir.
Allah Gazze’deki Müslüman kardeşlerimize yardım etsin, İsrail terörüne karşı onlara güç ve kuvvet versin. Âmin.
Dipnotlar:
- Fahruddin Er-Razî, “Tefsîr-i Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb”, Çev. Beşir Eryarsoy. Akçağ Yayınları, 1993. c.23 s. 30
- Fahruddin Er-Razî, “Tefsîr-i Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb”, Çev. Beşir Eryarsoy. Akçağ Yayınları, 1993. c.23 s. 31
- Zemahşerî, “el-Keşşaf”, Çev. Dr.Avnullah Enes Ateş[Fatır, Yasin]. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2018. c.6 s. 1230
- Kadı Beydavi, “Beydavi Tefsiri”, Çev. Abdulvehhab Öztürk. Kahraman Yayınları, 2011. c. 5 s. 475
- Fahruddin Er-Razî, “Tefsîr-i Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb”, Çev. Beşir Eryarsoy. Akçağ Yayınları, 1993. c.23 s. 33
- İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner. Çağrı Yayınları, 2005. c. 15 s. 8383
- İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner. Çağrı Yayınları, 2005. c. 15 s. 8375
- Fahruddin Er-Razî, “Tefsîr-i Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb”, Çev. Beşir Eryarsoy. Akçağ Yayınları, 1993. c.23 s. 43
- Ebû Mansûr el-Mâturîdî, “Te’vilâtu’l Kur’an”, Çev. Bekir Topaloğlu. Ensar Yayınları, 2015. c.17 s. 165
- Ebû Mansûr el-Mâturîdî, “Te’vilâtu’l Kur’an”, Çev. Bekir Topaloğlu. Ensar Yayınları, 2015. c.17 s. 168