24 Mayıs 2025 - Cumartesi

Şu anda buradasınız: / TÂLÛT’UN ASKERLERİ
TÂLÛT’UN ASKERLERİ

TÂLÛT’UN ASKERLERİ Duran Çetin

Hz. Mûsâ, Allah’ın izniyle İsrâiloğullarını Mısır’dan çıkardı.

Sina’da, çölde gezdiler, dolaştılar kırk yıl kadar. Arkasından Filistin bölgesine, Arzı me’vûd denen bölgeye geldiler de orada yaşamaya başladılar.

Musa ve Harun peygamberden sonra da bu topraklarda yaşamaya devam ettiler.

Burası, Mısır’la Filistin arasında bir yer.

Câlût komutasında bir ordu İsrailoğullarına saldırdı. Onlara karşı koymak, dişe diş mücadele etmek yerine evlerini barklarını terk ettiler. Korktular ölümden.

İsrailoğulları, canlarını korumak için bütün varlarını yoklarını bırakıp sürgün hayatını tercih ettiler. Zorunlu bir sürgün hayatını savaşmayarak kabul ettiler.

Böylece zillet dönemi başladı.

Uzun süren bir zillet döneminde, bazılarının içlerinde uyanış başladı ve kendi hallerini sorguladılar. 

Bu sorgulamaları onlar için yeni bir kapı araladı. Yaşadıkları zillet ve uğradıkları alçaklık kendilerine ağır gelmeye başlayınca bu pis hayattan kurtulup hürriyete kavuşmak için Allah yolunda savaşmaya karar verdiler.

İçlerinden sözü geçen, kavmin ileri gelenlerinden bir grup peygamberlerine gittiler. Bu kalburüstü grup Allah'ın elçisine şöyle dediler:

“Ey Allah'ın elçisi! Bize bir hükümdar görevlendir de Allah yolunda savaşalım.” (Bakara, 2/246)

İçlerinde bulundukları hal ile hesapsız kitapsız bir istekti bu. O zaman kendilerine farz olmayan savaş için isteklendiler de isteklendiler.

Peygamberleri onların başına gelecekleri hatırlatmak istercesine; “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” diyerek bir uyarıda bulundu.

Ama onlar bu uyarıyı anlamadılar. Anlamak için bir çabaları da olmadı. Onlar içinde bulundukları vahim durumun etkisiyle ancak böyle bir çıkış yolu bulduklarını düşünüp aynı fikir üzere durakaldılar. Israrlarından vazgeçmediler. 

Bu isteklerinin sebeplerini de açıklamaktan geri durmadılar:

“Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım.” (Bakara, 2/246) dediler kendilerinden emin bir şekilde.

Ya da öyle göründüler. Belki de kendilerine yeni bir sınanma alanını kendi elleriyle belirlediler. Bunu da Allah için savaşmak düşüncesinin yansıması olarak sundular.

Beklenen/istenen oldu.

Allah isteklerine olumlu bir cevap olarak cihadı onlar için farz kıldı.

Artık bundan kaçış yoktu. Allah'ın emrini yerine getirmekten başka bir yol da…

Kendi istekleri neticesinde emredilen savaşın sonunun nereye varacağını beklemekten başka yapılacak iş kalmamıştı.

“Allah için savaşırız.” diyenlerin düşüncelerinde zamanla bir değişim oldu. Savaşmak için bahanelerini değiştirdiler:

“Bizi yurdumuzdan, yuvamızdan çıkardılar, sürdüler. Biz evimizden, çoluk çocuğumuzdan olduk. Onun için seve seve savaşırız biz!”

Halbuki Allah için diye yola çıkmışlar ve savaş için izin ile birlikte bir de komutan istemişlerdi.

Kendilerine savaş izni verildiğinde, çok istekli görünenlerden bazıları yüz çevirdiler. Savaşmaktan vazgeçtiler.

Verdikleri sözü çiğneyip vazgeçenler çoktu…

Savaşmamak için bahaneleri sıraladılar kendilerince: Hazır olmadıklarından tutun da yapacak çok işleri olduğuna varıncaya kadar sıraladılar da sıraladılar.

Samimiyetsizlik diz boyu, almış başını gidiyor…

Allah'a verdikleri sözü unuttular. Ya da unutmuş gibi yaptılar. Halbuki bu bir haksızlık ve zulümdü. Zalimleri cezasız bırakmayan Allah, onlar için de bir hüküm verecekti.

Savaşacaklarını söyleyenlerin sayısı elene elene iyice azaldı. Samimiyetsiz zalimler de elendi ve geriye bir avuç samimi Müslüman kaldı.

Bu haldeyken Peygamberleri onlara bekledikleri haberi verdi. Çok istedikleri hükümdarın haberini.

“Muhakkak ki Allah size hükümdar olarak Tâlût’u seçip göndermiştir.” (Bakara, 2/274)

Bu defa konuşmaların ve beklentilerin rengi ortaya çıktı. Onlardan bazıları buna itiraz etti. Allah'ın görevlendirdiği komutanı beğenmediler. O göreve layık görmediler. Daha iyi birini daha doğrusu kendilerini seçmesini istediler. Birçoğu bu iş için kendini layık görmüştü.

O bizim başımıza nasıl hükümdar olur?

Biz ondan daha iyi komutan oluruz.

Onun öyle bir zenginliği de yok…

Savaş isteyen ve emir verilince savaşma kararını devam ettirenlerin sayısı azalmaya devam etti.

Bu konuşmalara cevap olarak Peygamberleri şöyle dedi:

“Onu, Tâlût’u sizin başınıza Allah seçti. Ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir. Allah mülkünü (idareciliği) dilediğine verir. Allah Vasidir, Alîmdir." (Bakara, 2/274)

Peygamberleri onlara:

“Ey kavmim! Siz melik istemiştiniz! Allah Tâlût’u size melik gönderdi. Hadi bakalım Tâlût’un emrine. Bunu ben değil Allah belirledi. Buna itiraz edemezsiniz.” diyerek itirazlarının gereksizliğine işaret etti.

Onların itirazlarının giderilmesi kalplerinin sükûn bulması için bir mucize olarak yüce Allah şöyle buyurdu:

"Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır." (Bakara, 2/248)

Bu tabut Hz. Mûsâ ve Hz. Harun ailesinden kalma emanetleri içinde barındırıyordu.

Yola çıkanlar sınanmaya devam ediyor. İmtihanı başarıyla geçecek olanlar için yeni bir emir veriliyordu.

Tâlût komutasında ilerleyen ordu çok susamış ve bir hayli yorulmuştu. İşte tam da bu anda önlerine bir nehir çıktı.

Önlerinde şırıl şırıl su akıyor. İştah açıcı bir şekilde susayanları kendine çeken bir su. Yolculuğun verdiği yorgunluk ve susamışlık üstüne Allah onları bu suyla imtihan ediyor. Hem de üstelik tam o suya ihtiyaçları olduğu bir zamanda.

“Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/249)

Tâlut’un uyarılarına kulak asmayanlardan birçoğu kana kana sudan içti. Emre karşı gelerek imtihanı kaybettiler.

Bütün bu olanlardan sonra savaş için devam edecek sayıca çok az bir grup kaldı.

Bütün sınanmaları başarıyla atlatanlar ile yola devam edildi.

İşte kendi yurtlarına baskın verip her şeylerine el koyan Câlut ve ordusu karşılarındaydı.

Artık onlar gerçek anlamda inanmış ve Allah'ın kendilerinden istediğini yapmaya hazır insanlardı.

İnanmışlıklarını dualarıyla pekiştirdiler:

"Rabbimiz bizim üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl. Ve şu kâfir topluğuna karşı da bize yardım et.” (Bakara, 2/250)

Her şeyiyle hazır bir avuç insan. Ama gerçekten inanmışlar...

Artık burada sayının önemi yok. İnanmışlık derecesi önemli.

İnanmışlık varsa imkân da var, kazanmak da…

Evet dua dua yükseliyor Allah'a kul olma sevdası.

Dua ile cesareti birleştiren bir avuç insan Allah için savaştı.

Olacaklara razı bir duruşla Allah'ın emrine uydu.

Bütün zorlukları bir bir aşıp sınanmalardan başarıyla geçip meydanda canını ortaya koydu.

Şartlar tamamdı.

Takdir ise Allah'tan.

Dua, sabır, savaş ve sonuç: Kazanmak oldu.

Bir avuç insan dönemin en donanımlı ve güçlü ordusunu her şeyiyle perişan etti.

Bu Allah'ın bir nimeti.

Bu inananların yalnız olmadığının işareti.

Bu inanmışlığın başarısı…

Tâlût’un ordusunda genç bir insan var, adı Davud. Cesur ve güçlü.

Elinde bir sapan, sadece bir sapan. İyi kullanıyor, mahir.

Bir atış ve yenilmez olarak bilinen korkunç komutan Calut nefessiz yerde. Yenilmez ordunun başı, genç Davud’un attığı sapandan çıkan bir taşla devriliveriyor.

"Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd, Câlut’u öldürdü. Allah ona yönetimi ve hikmeti verdi. Allah insanların bir kısmını diğer kısmıyla savmasaydı yeryüzü fesada uğrardı. Ancak Allah âlemlere karşı fazl ve ihsan sahibidir." (Bakara, 2/251)

Düşman ordusu darmadağın bir halde kaçmaya başladı.

Allah'ın dilemesinin dışında hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğini herkes gördü.

Bir kısmı inanarak, bir kısmı da isyan ederek gördü…

Allah'ın emirlerini beğenmezlik edenlerin, isyanları ile baş başa kaldıkları bir kaybediş yaşadılar…

Pişmanlıklar yaşandı.

Kazananlar itaat edenler oldu.

Kulluğu benimseyip imanlarını güçlendirenler galip geldi…

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul