16 Nisan 2024 - Salı

Şu anda buradasınız: / HAKKIN VE BÂTILIN YAŞAYAN VE SAVUNANLARI
HAKKIN VE BÂTILIN YAŞAYAN VE SAVUNANLARI

HAKKIN VE BÂTILIN YAŞAYAN VE SAVUNANLARI RECEP ARSLAN

 

      Hak; gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek, bir şeye yakînen muttali olmaktır. Hak, Allahu Teâlâ’nın bir sıfatıdır. Hikmeti gereği bir şeyi uygun olarak yaratandır. Veya hikmetin gereğine uygun yapılan iştir. Allahu Teâlâ’nın bütün fiilleri haktır. Yine hak, bir şeye aslına uygun ve doğru olarak inanmaktır. Hak, gerektiği şekilde, gerektiği ölçüde ve gerektiği zamanda yapılan iştir.    

      Bâtıl; boşa gitmek, temelsiz ve devamsız olmaktır. Bâtıl, şeriatın yasakladığı her şeydir. Hedefe ulaştırmayan her türlü davranış, faydasız iş, söz ve tavırdır. Bâtıl, hak olan herhangi bir şeyin yerine geçirilendir. Hak, Allahu Teâlâ’nın dileyip ortaya koyduğu ve iradesinden kaynaklanan her şey, bâtıl ise insan hevasından ve amellerinden meydana çıkan her şeydir.

       Hak, vahyin üstünü kendi bâtıllarıyla örten kâfir toplumun karşısında, Hz. Nuh'un dokuz yüz elli yıl bıkmadan, sapmadan, bâtıla meyletmeden yaşadığı ve söyleyerek ortaya koyduğudur. Hak, idareci Nemrut ve onlara itaat eden toplum karşısında Hz. İbrahim'in ortaya koyduğu yaşantısı ve söyledikleridir. Hak, Hz. Musa'nın ve iman eden sihirbazların Firavun’un rablik iddiası karşısında Allah'ın Rabliğini tasdik ederek ortaya koydukları tavırlarıdır. Hak, zalim idareci karşısında gencin Rabbine iman edip teslim olduk diyen Ashab-ı Uhdud'un ateşe atılma pahasına ortaya koydukları tavırlarıdır. Hak, zalim Roma idarecileri ve sapmış toplumu karşısında gerçeği haykıran ve yaşayan Ashab-ı Kehf'in tavır, yaşantı ve hicretleridir.

       Hak, Rasûlullah'ın (s.a.s.) ‘Bir elime güneşi, diğer elime ayı verseler de davamdan dönmem’ dediğidir. Mekke şirk toplumu ve yöneticileri karşısında Allah'ı Rab ve İlah kabul edip itaat eden Rasulullah (s.a.s.) ve ashabının ortaya koyduklarıdır. Hak, Rasûlullah'ın Medine’de Allah'ın hükmüyle yönettiği devlet yönetimidir. Hak, Hz. Ebûbekir'in Allah ve Rasûlü’nü şartsız tasdiki; bâtıl ise hak karşısında benceler, itaatsizlikler ve itirazlardır. Hak, Hz. Bilal'in müşriklere karşı tek bildiğim dediği "Ehad" yani, Allah isim ve sıfatlarıyla tektir, sözüdür. Hak, Hz. Hüseyin'in, İmamı A‘zam'ın, Seyyid Kutup ve benzeri nicelerinin zalimler karşısında ortaya koydukları sözleri ve duruşlarıdır. Hak, bugün Allah'ı isim ve sıfatlarıyla birleyip hâkimiyeti mutlak olarak Allah'a veren, Kur’ân’ı tek yasa, tek hayat programı kabul edip itaat eden mü’minlerin ortaya koydukları söz ve yaşantılarıdır. Bâtıl ise, hâkimiyeti, yasa belirleyip yönetmeyi insana veren ve o yasaları destekleyip yaşayanların ortaya koyduklarıdır. Bâtıl, hak karşısında ortaya konulan her bencedir.

       "De ki: Hak Rabbinizdendir. Dileyen iman etsin, dileyen küfretsin." (Kehf 18/29)

       Hak Rabbinizden gelendir ve “de ki” emriyle de denilmesini emreder. Hakkı her demediğiniz yerde, bâtıl onun üstünü örtecektir. İnsan için hak, sadece Rab olarak Allah'ın indirdiği kitabıdır. Bunun dışında hak diye bir hüküm, yasa, ölçü, yani bence olmaz. Rabbimizin katından indirdiği hakkı akıl ve iradesi olan insan kabul edip etmemekte serbest bırakılmıştır. Dileyen Rabbimizin hak indirdiği kitaba güvenir, dileyen de insan yasalarına, fikir ve düşüncelerine inanıp güvenir, yaşar ve destekler. Hâkimiyet hakkı, yani yasa belirleme ve yönetme kime verilirse, hak olarak o yasalar görüldüğü gibi, Rab olarak da o yasaları belirleyenler görülmüş olur. Tarih boyunca şirk toplumlarına tüm peygamberler aynı şeyi söylediler. Bugün de aynı söylemlere devam edilecektir. Çünkü dünden bugüne hak da, bâtıl da değişmemiştir. Hz. Nuh da zamanının söylenmesi gereken hakkı “de ki” emriyle dokuz yüz elli yıl söylemişti.      

        "Bu böyledir. Çünkü Allah haktır. Müşriklerin O'ndan başka dua edip yalvardıkları ise, bâtılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah, çok yücedir, pek büyüktür." (Hacc 22/62)

       Hak, Rabbin kendisi, O'nun takdir ettikleri ve O'ndan gelen hükümlerdir. Her ne ki kitaba uygun ve onun örneği olan Rasûl’ün hayatına uygun ise, bu haktır. Kalanı ise bâtılın ta kendisidir. İnsan, pek yüce ve sonsuz büyüklük sahibi olan Allah'a boyun eğip emrini yerine getirerek sevgi ve saygıyla itaat ve ibadet eder, ya da kendisi gibi âciz ve zayıf olan insana boyun eğip, emirlerini dinleyerek itaat ve ibadet eder. Bunun da ortası yoktur.

      Tarih boyunca hak ya da bâtıl her inancın yaşayan, o yolu savunan, o yola davet eden ve sonraki nesillere aktaranları vardı ve bugün de var olmaya devam edecektir. Yoksa o dava, o yol, örfler, âdetler ve uygulanılan yasalar sonraki nesillere aktarılmaz ise, yok olur gider. Yahut, sadece bilgi olarak aktarılır, okunur, tartışılır, hafızalara yerleştirilir ve bilgili olmakla övünülür. Yaşanılmayan hiçbir kural, yasa ve ölçü, fikir ve düşünce, yani din yok olmaya mahkûmdur. Hayatınızda uymadığınız, yaşamadığınız her bir yasanın, ölçünün yerine başka kural ve yasa getirmek zorunda kalırsınız. İnsanın yaşantısında ve ilişkilerinde boşluk olmaz ve o yerler de kuralsız olmaz.

        Şeytan bâtılın, Hz. Âdem de hakkın başlangıcını yaptı. Binlerce yıldır bu iki yolun yaşantısı, savunması ve sonraki nesillere aktarılması devam etti. Bugün de bu iki yolun devamlılığını yaşayarak ve anlatarak devam ettirenler mücadelelerine devam etmektedirler. Hakkın devamlılığını az bir kesim yaşayarak ve anlatarak devam etseler de, siz bulunduğunuz zamanın ve yerin hakkın şahidi, yaşayarak da devamlılığını sağlamakla sorumlusunuz. Dünün bâtılları olan Firavun ve Nemrut gibilerine ve yönetimlerine kızanlar ve lanet okuyanlar, bugünküleri alkışlayıp destekliyorlarsa, bunda ciddi bir bakış sorunu var demektir. Bu, farkında olunmadan Kur’ân’ı tarih kitabına dönüştürmektir.

       "Allah, esenlik yurduna (cennete) çağırır ve dilediğini doğru yola iletir." (Yûnus 10/25)

       Allahu Teâlâ, kısacık bir hayat içinde yapılanlarla, sonucu sonsuz cennet olan hak bir yola çağırırken, şeytan ve yolun olanlar ise, tarih boyunca kısacık dünya rahatı için, sonucu sonsuz cehenneme götüren bâtıl yollara çağırırlar. Dolayısıyla hakta olanlar Allah'ın yoluna, bâtıl da olanlar da şeytanın boş, yok olmaya mahkûm bâtıl yollarına çağırırlar. Âyette bildirildiği gibi hakkın üstünü örten kâfirler bâtıl olan tağut yolunda, mü'minler ise Allah'ın hükümlerini belirlediği hak yolda elleriyle ve dilleriyle mücadele ederler.

       Yaklaşık dört bin beş yüz sene önce ortaya konulan ve iki bin sene önce de Roma'nın uyguladığı demokrasiyi niceleri adaletli görüp yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorlarken, bin beş yüz sene önceki Kur’ân’ın yolunu Müslümanım diyenler sadece okuyorlar ve hayatlarına sokmuyorlarsa, bunların bâtılda onları eleştirme hakları da yoktur. Sonra da ortaya konulan haramlardan, fuhşiyattan ve zulümlerden şikâyet etme hakları da olamaz. Elbette ki yaşanılan, savunulup desteklenilen yasalar, fikirler ve dinler de insanların hayatlarına hâkim olacaktır. Onların bâtıldaki samimi çalışma, yaşama ve desteklerine kızanlar, asıl kendi tembelliklerine, boş vermişliklerine, dini yaşamak yerine tartışma konusu yaptıklarına kızmalıdırlar. Tali konularla birbirleriyle uğraşan, o günün gündemi olmayan konuları tartışan mü’minler, asıl hedefin ve gayretin kendilerini ve ailelerini kurtarmak olduğunu unutuyorlar. Değişim ve bâtılın terki önce sizin ve ehlinizin hayatında başlamalı ve devam etmelidir.

       İnanç noktasında haktan alınmayan herhangi bir alanda o yerler bâtıl olanlarla doldurulacaktır. Yani, Kur’ân’dan ve sünnetten alınmayan ölçüler kâfir ve müşrik denilen diğer toplumların laik ve demokratik yasalarından, yöneticilerinden ve dinî bakışlarından alınacaktır. Onların Allah'a kitabına ve peygamberlerine baktıkları gibi, aynı şekilde bakılacaktır. Ahlak noktasında boş bırakılan alanlarda da yine o yerler bâtıl olanlarla doldurulacaktır. Boyun eğip, emredilenleri yerine getirip kalben isteyerek, sevgi ve saygıyla uyulan itaat ve ibadetlerde haktan alınmayan herhangi bir alanda, yine bâtıl olan bidat ve hurafelerle o yerler doldurulacaktır. Bâtılda olanlar kendi aralarında düşman olsalar, tartışsalar ve birbirleriyle savaşsalar da, hak karşısında fikren, destek olarak, maddi güç olarak beraber hareket ederler. Hakta olanlar da aynı şekilde bâtıl karşısında beraber hareket etmezler ise, göreceğiniz sonuç İslam toplumunun bugünkü geldiği durumdur. Kâfire, müşriğe, zalime bid’atçiye, hurafeciye kızanın, eleştirenin ve beğenmeyenin, önce kendisi ve etrafına, sonra da İslam ve ümmet için ne yaptığına bakması gerekir.

       Bir başkasının hak ya da bâtıl adına yaptıklarını eleştiri ve kınama çok kolaydır. Bu emek, masraf, bilgi, zaman harcama ve itaat gibi bedel istemez. Aslında kınama ve emeksiz eleştiri, âcizlerin, tembellerin, hasetçilerin ve münafıkların birer işidir. İslam toplumunun kınadığı, beddua ettiği, lanetler yağdırdığı Yahudilere baksınlar. Dinlerine, dünyalıklarına, kendi dindaşlarına olan savunma, destek ve beraber hareket etmelerine bir baksınlar. Bugün bir avuç Yahudi dünyayı siyasî, maddi, askerî imkânlarıyla yönetiyor ve kullanıp sömürüyor. Dünyanın siyasetini, ekonomisini, gelecekte olacakları, insanların nasıl sömürüleceğini, teknolojik gelişmeleri, dünya insanının nasıl inanacaklarını, hatta Müslümanım diyenlerin inancınızı, kimi düşman ve dost edineceğinizi, hangi yasaları destekleyeceğinizi, Rabbe, kitabına ve Peygamberi’ne bakışınızı belirliyorlar. Kiminle ve ne zaman savaşacağınızı ve duracağınızı yine onlar belirliyorlar. Elbette bu, onların çok güçlü olduklarından değil de, karşılarında olanların başsız ve beraber hareket etmeyip, dağınık olmalarındandır.

       Bâtılın bugünkü devam ettirenleri ellerindeki tüm imkânlarla ve kontrollerindeki ülkeler ve yönetenleriyle dünyaya kendilerince yeni kurallar, yeni sınırlar ve inançlar belirliyorlar. Elbette ki gündemi kim belirliyorsa, o gündem etrafında insanlar toplanır, onların kuralları uygulanır, yaşanılır, savunulur ve desteklenir. İslam adına bizim her boş bıraktığımız alanda onların hükmü kabul edilecek, uygulanacak ve desteklenecektir. Toplumlarda onların belirlediği siyasî lider ve din adamlarıyla istedikleri gibi yönetilecek, yasalarına ve yönetimlerine boyun eğdirilip itaat ettirileceklerdir. Söylendiğinde bunu kimse kabul etmeyecektir, fakat hakikatte ortadadır. Bu sadece bu zamanın bir sorunu değildir. Her dönemde insan hevâsından çıkan bâtıl, İslam karşısında tek vücut olmuş, menfaatleri için beraber hareket etmişler ve etmeye de devam edeceklerdir. 

       Sizin hak adına yaptığınız küçük büyük samimi çalışmalar, Allah'ın dininin bâtıl dinlere karşı galip gelmesine yardımcı olacaktır: "Ey iman edenler! Eğer Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar." (Muhammed 47/7) âyeti gereği, kim Allah'ın hak olan dinine yardım ederse, İslam yeryüzüne hâkim olsun diye bulunduğu yerde gücü kadar mücadele ederse, Allah da o kişiye ve topluluğa yardım edecektir. Hak da olanlara Rabbimizin yardımı var ve va‘dedilmişken, bâtılda olanların sadece kendi çalışmalarıyla ve yaptıklarıyla galip, üstün ve onların hükümleri dünyada ve sizin bulunduğunuz beldelerde hala uygulanıyor ve savunulup destekleniyorsa, bu hakta olanların Allah'ın dinine gereği gibi yardım etmediklerini gösterir. Kişinin gücü bir yere kadar, toplulukların gücü bir yere kadar, ümmetin gücü de bir yere kadardır. Herkes gücünden elbette sorumludur.

       Siz insanları kime boyun eğmeye, kimin emirlerini yerine getirip itaate çağırıyorsunuz? Kimin fikri, düşüncesi, fetvası ve bencesine göre hareket ediyor ve ettiriyorsunuz? Örnek aldığınız ve hayatınızın inanç, ibadet, ahlak ve davet kısmını kimin istediği şekilde ve kimin yoluna göre inanıyor, yaşıyor ve çağırıyorsunuz? Çoğunlukla hak adına diyenler, kendi benimsedikleri, kendilerince uygun gördükleri yola, düşünceye ve yaşantıya çağırıyorlar. Farklı olmak adına da nice yapılar ve topluluklar oluşturuyorlar. Her yeni denilen, farklıyız diye sunulanlar ve onları söyleyenler, farkında olmadan mü'minlerin yıllarını, zamanlarını, güçlerini ve azimlerini boşa harcıyorlar. Bunca ihtilafın sonucunda kârlı olan kim? Hala kimin yasa ve kuralları biz farklıyız diyenler üzerinde uygulanıyor? Hala kimin İlahlığı ve Rabliğiyle hükmetme ve yönetme yarışı yapılıyor? Kimin savunduğu ve davet ettiği yollar, yasa ve fikirler insanların hayatlarında var görünüyor? Akledebilenler etraflarına baksınlar.

       Şeytan tek başına davasında samimi, Allah'a verdiği söze sadık kalarak kıyamete kadar akıl ve iradesi olan insanlara karşı düşmanlığına ve saptırmasına devam ediyor. İnsanlardan ve cinlerden oluşturduğu teşkilatıyla kişileri, toplulukları kendi inançları içinde saptırıyor. Dinden diye, Allah rızası için, cennet yoluna diye davet ettirir ve saptırır. Rabbimizin, size apaçık düşman dediği şeytan ve yolunda olanlarla aynı mücadele verilip samimiyet gösterilmez ise, kınadığınız bâtıl var olmaya devam edecektir. Hakkın üstünü örten küfür toplulukları, hak karşısında her dönemde şeytan gibi teşkilatlı olarak bir ve beraber olmaya devam etmektedirler. Kınadıkları ve düşman dedikleri milletlerin sistemleriyle yaşıyor, o yolları destekleyip koruyorlardı da haberleri yoktu. Dinlere ve sistemlere değil de, kendilerine gösterilen lider ve din adamlarına bakarak savunma ve destek veriyor ya da kınama yapıyorlardı. Yaşanıldığı gibi inanılıyor, inanıldığı gibi de yaşanılıyordu.

       İnsanların niceleri kişilere bakarak savunma ve destek verirken, niceleri de olayları konuşur, ona göre destek ve savunma yaparlar. Niceleri de inançlara, sistemlere, yasalara, yani dinlere bakarak destek verir ve savunurlar. Bunların gündemlerini, konuşmalarını, destekleyip savunma ve yaşamlarını dinler oluşturur. Hakkın da, bâtılın da samimi savunanları dinler üzerinden mücadele ederler. Çoğunluğu oluşturan topluluklar ise, her yerde dünyaları rahat olsun diye bir şeyi savunur ve destek verirler. Aslında inanç noktasında çatışan, fikir mücadelesi verenler, tarih boyunca hep az olmuştur. Mekke’de mücadele eden ve hakkın taraftarları olan mü’minler az, bâtılı yöneten ve sömürenlerde az iken, çoğunluk ise kendi hallerinde topluluktu. Bu topluluklar da kim galip gelirse o tarafa dönerler. İsterler ki, güvende olsunlar, barınsınlar, doysunlar ve korunsunlar. Bunu kimin sağladığına bakmazlar. Dünya insanının da genel bakışı budur.

       Sistemleri oluşturanlar, maddi güçleriyle, bilgileriyle, makamlarıyla ve din adına oluşturdukları kurum ve kişilerle insanların dünya ve âhiretlerini etkiliyor ve kendilerince düzenliyorlar. İnsanların geleceklerine kendi hevâlarıyla yön veriyorlar. Rabbimizin akıl ve irade verdiği insan, bu denli kullanılmış, saptırılmış ve sömürülmüş olmamalıdır. Bu, insanın yeryüzüne ne amaçla geldiğini, kimin yasasına boyun eğip itaat etmesi gerektiğini ve bu hayatın hesabının her yönüyle sorulacağını tam bilmediğini ya da farkında olmadığını gösterir.

       Bâtılda olanlar ellerindeki imkânlarla saptırmalarına devam ediyorlar. Teknolojik gelişmelerle insanların daha da dünyevîleşmelerini sağlamışlardır. Onlara gündem oluşturmakta, akıllarını, iradelerini kendi istedikleri yerde tutmakta, kıymetli nesiller ve zamanları heba etmektedirler. Bunlar ümmetin içinde var olan tefrikaları daha da artırılmaktadırlar. Elbette ki az da olsa ümmetin birliği oluşsun diye aynı amaç, aynı inanç etrafında toplansın, Allah'ı bütün isim ve sıfatlarıyla birleme olan vahdet oluşsun diye çalışanlar da yok değildir. Bâtılı ve o yolda olanları yerenin, hak da olanları da takdir etmesi ve o yol için mücadele etmesi gerekir. Her inanç sahibi inandığı yol uğrunda savaşır, mücadele verir: "İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise tağut (insan yasa ve yolu) için savaşırlar. O halde siz de şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphesiz ki şeytanın tuzağı zayıftır." (Nisâ 4/76)

       Tarih boyunca bâtılın galip olduğu, hâkimiyetin insanlara verilip kendi yasalarıyla yönetildiği her dönemde ve toplumda küfür tek topluluk olduğu gibi, hakta olanlarda tek topluluk olmuşlardır. Küfrün hâkim olduğu toplumlarda mü'minlerin arasında ihtilaf, tartışma ve tefrika olmamıştır. Ne zaman rahata kavuşmuşlar, dünyevîleşme ve hırslar gündeme gelmiş, hased ve kibir meydana çıkmış, o zaman tartışma ve ihtilaflar devam etmiştir. Bugün şirkin ve küfrün hâkim olduğu bir yerde Müslümanım diyenler arasında bunca ihtilafın, tartışmaların, sence ve bencelerin ardı arkası kesilmemekte, tefrikalar daha da artırılmaktadır. Bulundukları zilletten habersiz gibi, küçük meselelerini büyütmüşler ve tefrikalarını daha da artırmışlardır. Haram ve amelî olan, ulemanın hakkında tartıştığı bir meseleyi itikâdî yapıp, şirk ve küfür fetvası vererek tartışır ve hak adına iş yaptıklarını söylerler. Oysa üzerlerindeki zilletten habersiz hala buna devam etmektedirler. Aslında her dönemde ve her yerde zalim yöneticilerin yaptıkları ve istedikleri de budur. Toplumları sınıflara ayırırlar, tâli olan meseleleri tartışırlar, istedikleri gibi yönetirler ve sonucunda da sömürmeye devam ederler. Hakta olanlar zalimlere bu konuda farkında olmadan yardımcı olup, kendi tefrikalarını kendileri oluşturmakta ve dinden diye sunmakta ve savunmaktadırlar.

       Hz. Nuh'tan bugüne hak ve bâtıl adına topluluk olarak mücadele edilmiştir. Bu mücadele sadece bu zamanın insanının etrafında gerçekleşiyor değildir. Önemli olan herkesin bulunduğu yerde eliyle yapması gereken, diliyle söylemesi gereken ve kalben buğzetmesi gerekenleri yapıp yapmadığıdır. Elinizle ortadan kaldırmanız gerekenleri destekleyip korursanız, elinizle beslerseniz, söylem ve savunmanızla yok etmeniz gereken bâtılı dilinizle savunur, korur, o yolu desteklemeye ve yaşatmaya davet ederseniz, kalben buğzetmeniz gereken bâtılı sever, duygulanır, bâtılı anlatanları över ve severseniz, o yollar ve yasalar, o yolun sahipleri, savunup destekleyenleri, yaydıkları küfür, şirk, haram, bid'at ve hurafeler neden yok olsun ki? Siz Hz. Nuh'un bin yıla yakın verdiği Allah'ı birleyen davetine, hak üzere yaşama ve sabırla hakta kalma mücadelesine, tarih diye bakar, okur ve anlatırsanız, Hz. İbrahim'in şirk toplumuna karşı verdiği mücadeleyi ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) Mekke’de verdiği on üç yıllık mücadeleyi de yine aynı şekilde düşünürseniz, bulunduğunuz yerde vazifenizi yapamaz, savunamaz ve aynı istikamette kalamazsınız. Kur’ân’da bize bildirilen bu hayatlar bilinsin, insanlara anlatılsın ve sadece haberimiz olsun diye bildirilmemiştir.

       Kim eliyle, diliyle, kalemiyle, maddi gücüyle, zamanıyla ve aklıyla Allah'ın dinine yardım ediyor, kim de bunlarla Allah'ın diniyle savaşıyor? Siz bâtılı ve onu yaşayan, destekleyip sevenleri kınadığınız gibi, onlar da sizi, inancınızı ve yaşantınızı kınayacaklardır. Onlar yaşantılarıyla, mücadeleleriyle size sınır koydukları gibi, siz de söz ve yaşantınızla onlarla aranıza sınır koyun ki, bâtılda olanlarla aranızda bir ayrım oluşsun. Kâfirûn sûresini okuyan aslında bâtılı yaşayanlarla arasındaki bu ayrımı ilan eder. Elbette ki Rabbimiz "De ki" emriyle de bunun denilmesi ister. Bugünün en büyük tehlikesi ise hak ile bâtılı bilerek veya bilmeyerek birbirine karıştırılarak yaşanılmasıdır.

       "Hakkı, bâtıl ile karıştırmayın ve sizler bildiğiniz halde hakkı gizlemeyin." (Bakara 2/42)

       Rabbimizin katında hak ayrı bir yasa, yaşam ve inanç, bâtıl da ayrı yasa, inanç ve yaşamdır. Bunu birbirine karıştırıp beraberce yaşamaya çalışmanın karşılığı şirktir. Allah'ın Rab, İlâh, Mâlik, Melik, Veli, Vekil gibi sıfatlarının üzerini, din adamlarına ve siyasîlere verilen yetkilerle örterler. Kur'ân'ın üzerini demokratik yasalarla örterler ve birbirine karıştırırlar. Bunlar ne haktan, ne de bâtıldan vazgeçmezler. Bunu dinden vazgeçmeyenler örtmekte ve karıştırmaktadırlar. Diğerleri sadece bâtılı yaşar ve desteklerler. Hak ile bâtılı karıştıranlar ne Allah’tan ne de insan yasa ve fikirlerinden vazgeçmezler. İslam ile demokrasiyi, laikliği ve kapitalist ticareti, insan iradesiyle de Allah'ın iradesini karıştırıp beraber yaşamaya çalışırlar. Her zamanda da hak adına olduğu gibi, bâtıl adına da fikir ortaya koyan, o yol ve yasaları yaşayan, savunup destekleyen, sonraki nesillere aktarmak için mücadele edenler oldu ve olacaktır.

       "Ona, ne önünden ne de arkasından bâtıl sokulabilir. O hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan tarafından indirilmedir." (Fussilet 41/42)

       Kur'ân, Rabbimizin ilk indirdiği günkü gibidir. Bugün İslam diye bâtıl yollar yaşanılıp destekleniyorsa bu kitabın eksikliği değil, onu yaşayanların kitaptan uzak kalmalarındandır. Kitabı bozamayanlar, ona tâbi olanları bozdu. Kitabın sahibi elbette onu koruyacaktır. Bize düşen ise yaşamaya çalışmaktır.

       "Onların çoğu zandan başka bir şeye uymazlar. Zan ise haktan hiçbir şey ifade etmez. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarını çok iyi bilendir." (Yûnus 10/36)

       İnsan hevâsından çıkan benceler, fikir ve yasalar, haktan uzak fetvalar zandır ve hak adına bir şey ifade etmez. Her ne kadar insanların çokları bunlara itaat etseler de. İnsanın fikir ve yasalarını, diğer insanların yasa ve fikirleriyle kıyaslama başkadır, insan yasa ve fikirlerini Allah'ın iradesi ve yasası olan kitab ile kıyaslama başkadır. Bu ciddi bir bakış sorunudur ve haktan çok uzak bir sapıklıktır. Bir de hak ile bâtılı beraber yaşıyorlarsa, sapma haktan daha da uzaktır. Rabbimiz, kimin hak ve bâtıl adına ne yaptığından haberdar ve niyetleri de çok iyi bilendir.

       "Tarafımızdan onlara hak gelince, şüphesiz ki bu apaçık bir sihirdir, dediler." (Yûnus 10/76)

       Kim hak adına, kim de bâtıl adına yaşıyor ve onu destekliyor? Bu, hak kendisine hatırlatıldığında gösterilen tavırla anlaşılacaktır. Kimileri hakka karşı olan sözleriyle, kimileri de tavırlarıyla ve destekleriyle hakka karşı olup olmadıklarını ortaya koyarlar. Dün olduğu gibi bugün de hakkı insanlara ulaştıranlara ve hakkın kendisine karşı tavır konulmaktadır. Bâtılı ortaya koyan ve bâtıl söz ve yasalarla büyülenenler, Allah'ın hükmüne tâbi olanlara sihirlenmiş diyecek kadar bâtılın içine sapmışlardır.

       "De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz ki bâtıl yok olmaya mahkûmdur." (İsrâ 17/81)

       Hak kişinin hayatı ve bir aile içinde, bir cemaat ve toplum içinde, kişinin akıl, irade, vicdan, ahlak, muamelat gibi tüm alanlarda meydana çıkarılırsa, bâtıl o alanlarda yok olacaktır. Okuyup da hayatınıza sokmadığınız hiçbir alanda hak bâtıla galip gelemeyecektir. Namazda verdiğiniz sözleri namaz sonrası yerine getirirseniz, o namaz âyette bildirildiği gibi sizi tüm fuhşiyattan, kötülüklerden alıkoyar. Yani sizin hayatınızdaki tüm bâtılları yok eder. Uymadığınız kitap, sizin hayatınızda bâtıllarınıza galip gelemeyecektir. Bâtıl denilen insan yasalarına verilen desteklerle, bâtıl sittin (altmış) sene yok olmayacaktır.

       “İşte böylece Biz her peygambere insan ve cin şeytanlarından bir düşman var ettik. Onlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Eğer Rabbin dilemiş olsaydı, bunu yapmazlardı. Onları iftiralarıyla baş başa bırak. Bir de ahirete iman etmeyenlerin kalpleri o yaldızlı söze meyletsin, ondan hoşlansın ve işleyecekleri suçu işlesinler diye böyle yaparlar.” (En‘âm 6/112-113)

       Hak ya da bâtılı tercih insana bırakılmıştır. Herkesin de hidayete ermesi söz konusu değildir. Bâtılda olanlar birbirlerine siyasî ve din adına nice yaldızlı sözler söyleyerek o yolları devam ettirirler ve o yollardan razıdırlar. Allah’ın sıfatlarını gasbederek yaptıkları o işlerinde onları baş başa bırak. Birbirlerine söyledikleri aldatıcı sözlere kalpleri meyledip amel etsinler diye birbirlerine fısıldarlar. Bu nicelerinin hidayete eremeyeceğini ve azaba uğrayacağını gösterir.     

       "Orada herkes önceden yaptığı şeyleri inceleyip görecek. Onlar hak olan Mevlâlarına döndürülmüş olurlar. Uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitmiş olur." (Yûnus 10/30)

       Dünya hayatı, sonucunda hesap verilecek olan imtihan alanıdır. Her insan da kendi payına önceden hak ya da bâtıl adına her ne göndermiş ise onu bulacaktır. Âhiretin tek hükmeden, tek yöneten, tek hak sahibi, Mâlik ve Melik olan, tek sığınıp yardım beklenilecek Mevla olan Allahu Teâlâ’nın huzurunda toplanacaklardır. O gün yardım umulacak başka bir merci de yok demektir. İslam, Yahudilik, Hristiyanlık ve diğer inançlar adına kim siyasî ve din adına her ne uydurmuşsa, o gün yok olup gidecek ve onlardan da bir fayda göremeyecektir.   

       "Kâfir olanların ve Allah'ın yolundan alıkoyanların amellerini Allah boşa çıkarmıştır. İman edip salih amel işleyenlerin ve Rableri tarafından bir gerçek olarak Muhammed’e indirileni tasdik edenlerin ise günahlarını örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. Bunun sebebi kâfir olanların bâtıla uymaları, iman edenlerin ise Rablerinden gelen hakka uymalarıdır. İşte Allah onların misallerini insanlara böyle verir." (Muhammed 47/1-2-3)

       Küfür, hakkın üstünü bâtıl olan insan hevâlarıyla ve yasalarıyla örtmektir. Bunların tüm amelleri boşa gidecektir. Hakkı kabul ederek Allah'a, kitabına ve Rasûlü’ne güvenerek iman eden ve hayatlarını şirk, küfür, haset, gıybet, riya, kibir, bid'at ve hurafe gibi kötü hasletlerden arındırarak salih amellerle donatanların günahları örtülmüş, hayatları düzeltilmiş ve yaptıklarının karşılığı da âhirette elbette ki verilecektir. Bugün hakta olan ve kalanların varacakları yer belli olduğu gibi, bâtılda olan ve kalanların da âhirette sonsuz kalacakları yer bellidir. Bu iki tarafın verdikleri maddi ve manevi emeğin, çalışmanın, gayret ve mücadelenin birer sonucudur.

       Rabbimiz, kimseyi cennete veya cehenneme atmaz. İnsanlar tercihlerinin sonucu o yerlere girerler. İnsana verilen akıl ve irade bunun içindir. Bunlar kimin hükmüne tâbi kılınırsa o şekilde yaşanılacak ve âhirette karşılığı buna göre olacaktır. Hak ve bâtılın bunca mücadele ettiği bir zamanda, biz bulunduğumuz ve etkili olduğumuz alanlarda hakkı yaşayarak ve anlatarak müdafaasını yapıyor muyuz? Bütün mesele budur. 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul